Sanırım Biraz Doldum

Berfin Okuşlu
3 min readJul 9, 2021

Epey uzun zaman oldu şu klavyeden yazılarımı yayınlamayalı. Bu olmadığım süreçte neler yaptım, nasıl geçti biraz bunlardan bahsetmek istiyorum.

Olmadığım zamanlarda aslında tek üzerine uğraştığım şey, (üniversite)sınavım oldu. Öyle ki kendime vakit ayırmam “zaman kaybı” niteliği, sevdiklerime vakit ayırmam “gereksiz şeylerle uğraşmam” anlamı taşımaya başladı.

Duymuşsunuzdur, bu sene yapılan YKS’nin ne denli zorlayıcı olduğunu. Ağlayan talebeler, sınavın zorluğundan dert yanıp duran muallimler… Liste böyle uzayıp gider. Bense bunların hepsini izledim. Kendi deneyimlerim ile birleştirdim.

Şöyle ki, sınava 5 ay varken benim için çok vurucu ve yıkıcı olan bir buhrana girdim. Rehber öğretmenimin tavsiyesi üzerine bir psikiyatra gittim. Bana seanslar geçtikçe şöyle tanılar koydu: Majör Depresyon, Anksiyete ve DEHB(Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu).

Zaten başımda sınav derdim var ve bu yetmezken bir de böylesi psikiyatrik sorunlar ile baş etmem gerekiyordu. Harika, öyle değil mi?

Çalışmalarım bu nedenle kesintiye uğradı ve tabi ki kesintiye uğrayan tek şey “sınav” çalışmalarım değil, ruh sağlığım da oldu. Bunların yanı sıra sınavdan önce sırasıyla dedemi ardından da kedimi kaybettim.

Bakın, şimdi size gelip de herkesin dert yandığı “eğitimde fırsat eşitliği nerede?”den dert yanmayacağım, bu elbette bir sorun. Sınava giren tüm öğrenciler eşit bilgi ve ruhsal sağlık düzeyinde girmemekle beraber eşit şartlar altında girmiyorlar. Bunlar herkesin bildiği konular. Lakin belki de sınavın tatlılığı da burada. Zorluklarla baş etmek kendini hayatın her yerinde gösterecek. Belki de biricik ‘sınav hazırlayıcısı olan kişi ve/veya kurumlar’ bu biricik talebelerin iyiliklerini düşünerek şimdiden onları hayata hazırlıyorlardır.

Okul açık olduğu bir zamanlarda bir öğretmenim vardı. Okuldan, derslerden ve biraz da hayattan konuşuyorduk. Konuşma ilerlerken bana şunu dedi;

“Berfin, dünyanın hiçbir yerinde ve zamanında öğrenciler müfredatı ve okulu sevmemişlerdir.”

Öğrenciyi “öğrenme” işlemine dahil etmeksizin yapılan her okul, düzenlenen her müfredat sıkıcıdır. En nihayetinde, okul kişileri tekdüze hale getirmekte. Biz yeni nesillerin, geleceğin ihtiyacını işte tam da bu noktada karşılamıyor o meşhur söz dizisi, eğitim sistemi. Buradan itibaren yeniye ihtiyacımız olduğunu anlamamız gerekiyor.

Çizgi filmleri izlerken küçükken dikkatimi çeken bir şey vardı. Karakter bir şey yapmaya çalışıyor. Yapmak istediği şey için farklı yollar deniyor ve bu yollardan biri ilk(ve tek) denemesinde işe yaramazsa hemen başka bir yöntem denemeye başlıyor.

Ben o yaşımda bile o yöntem üzerine neden daha fazla gitmediğini sorgular oldum. Zamanla da fark ettim ki, ne gereği var? Başka bir yolu deneyimleyerek bambaşka şeylere şahitlik edebilir belki. Kim bilir? Hep bildiği yoldan giderek bir yere varması epey zor olur onun için. Bu sadece o karakter için geçerli değil. Hepimiz için geçerli.

En iyi yol, bildiğin yol değildir; en iyi yol, henüz kimsenin bilmediği yoldur!

Bizdeki sıkıntı da şudur: oturmadığı halde yerine zorlamaya, ittirmeye devam ediyoruz. Tıpkı bebeklerin şekilleri öğrenirken yaptığı gibi.

Zorlamanın bir âlemi yoktur.

Olmayan ve olmayacağı da az çok kestirilebilen bir yöntem uğruna değil insanları ve yılları, salisenizi heba etmek, harcamak boşuna.

Belki de bazen kenara çekilip ‘ben n’apıyorum ya?’ diyebilmek mühimdir. Durup düşünmek belki. Belki insanların emeklerinin boşuna gittiğini düşündürtmemek onlara. Onlara hayal kırıklığı yaşatmamak. Her seferinde ‘seneye olur artık…’ dedirtmemek. O kadar çok şey oluyor ki biz farkında olmadan, olamadan.

İşte böyle… Bu yazımda böyle bir geri dönüş yapmak istedim. Deneme gibi olmuş, sohbet gibi…

İyi geceler,

Berfin Okuşlu.

--

--